06-04-2018, 09:49 PM
Hüzün Yılı
Nübüvvetin onuncu yılı. Efendimiz aleyhisselâm’ın en çileli ve en zorlu yılı. Acıların birbiri ardınca geldiği günler. Önce Allah Resûlü’nü çocukluğundan itibaren himaye eden, müşriklere karşı koruyan, hiçbir zaman yalnız ve yardımsız bırakmayan amcası Ebû Talib vefat etti. Onun ölümü, Efendimizin adeta kolunu kanadını kırdı. Sonra Müslümanların ilki, müminlerin annesi, Efendimizin hanımı, sığınağı, sevgilisi Hz. Hatice, Rabbine, cennetteki yüce makamına kavuştu. Hz. Hatice’nin ayrılığı Peygamberin gönlünde silinmez bir acı bıraktı. Allah Resûlü ve ashâbı bu yıla “hüzün yılı” adını verdi.
Ebû Talib’ten sonra Mekke, yaşanmaz bir şehir oldu. Onun sağlığında Peygambere yaklaşamayanlar, yokluğunda birer canavara dönüştü. Peygamberin yüzüne tükürüyor, öldüresiye dövüyor, Mescid-i Haram’da boğmaya çalışıyor, secdede iken üzerine deve işkembesi koyuyor, yapılmadık işkence, edilmedik hakaret bırakmıyorlardı. Bu şehir durulacak gibi değildi. Mekke’deki Müslümanlar işkence altında eziliyor, Habeşistan’daki Müslümanlar ise Mekke’den müjdeli bir haber bekliyorlardı. Artık hiç kimse Müslüman olmuyordu. O halde bir şeyler yapmalı, davaya yeni bir merkez bulmalı, bu şehri terk etmeliydi.
Taif Yolculuğu
Peygamber Efendimiz, Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den gizlice ayrıldı ve yürüyerek Taif şehrine gitti. Taif liderlerini İslam’a davet edecek, onlardan kendisini ve diğer Müslümanları himaye etmelerini isteyecek, Taif’i İslam Medeniyetinin sembolü yapacaktı.
Efendimiz aleyhisselâm Taif’te on gün kaldı. Bu süre içinde görüşmediği, İslâm’ı anlatmadığı kimse kalmadı. Ama Taif’in önde gelenleri, O’nunla alay ediyor, hakaretler yağdırıyor, şehirden kovuyorlardı. Resûl-i Ekrem onlardan en azından bu şehre gelişini Mekkelilere haber vermemelerini istedi. Zira Mekke’yi terk edip bir başka yurt aradığını duyan Kureyşliler O’nu şehre sokmazlardı. Fakat Taifliler bunu dahi kabul etmedi. Taif’in önde gelenleri en az Kureyşliler kadar zalimdi.
Şehrin serserileri Efendimizin üzerine üşüşmüş, hakaretler yağdırıp küfürler ederken, Allah Resûlü onlara Tarık sûresini okuyordu.
Gönlü kırılmış, alay ve hakaretlerle bunalmış sevgili Nebi, şehri terk edeceği sırada yolun iki tarafına sıralanmış, ellerindeki taşlarla kendisini bekleyen çocukları, serserileri ve aşağılık insanları gördü. Bunlar Efendimizi taşlayacak, linç edeceklerdi. Allah Resûlü yürüdü. O yürüdüğünde vücuduna taşlar yağmaya başladı. Yaralandı, ayaklarından akan kanları görünce durup dinlenmek istedi, belki de düştü. O düşünce müşrikler O’nu kalkıp yürümeye zorladı ve O yürüyünce taş yağmuru yeniden başladı.
Peygamber’in Fedaisi Zeyd b. Harise
Zeyd b. Harise… Efendimizin üzerine titrediği, öz çocuklarından ayırmadığı sevgili Zeyd. Belki de Allah Resûlü’nün en çok sevdiği, sevdiğim dediği Zeyd. Dört bir yandan gelen taşlara karşı Peygamberini koruyan, sağa sola, öne arkaya sıçrayan, Muhammed aleyhisselâm’ın etrafında pervane olan Zeyd. Başından akan kanları görmeyip şehrin çıkışına kadar sevdiğini koruyan Zeyd. Acaba senin o günkü sevabını melekler yazabilir mi? Senin o an hissettiklerini kalemler yazabilir mi, senin çırpınışını insanlar anlayabilir mi?
Addâs’ın İmanı
Taifliler, Efendimizi ve Zeyd’i şehrin çıkışına kadar taşladılar. Son derece üzgün ve yaralı olan Peygamberimiz yol üzerinde bulunan bir bağa sığınmak zorunda kaldı. Bu bağ Mekkeli müşriklerden Utbe ve Şeybe b. Rebîa’ya aitti. Onlar, EfendimizinNhalini görünce, köleleri Addâs’ı bir tabak üzümle Allah Resûlü’ne gönderdiler.
Efendimiz kendisine gelen köleyle sohbet etti. Hıristiyan asıllı köle aniden Efendimizin başını, ellerini, ayaklarını öpmeye başladı. Taif iman etmemişti ama Addâs Müslüman olmuştu. Allah Resûlü, yaralı bir haldeyken dahi davetten vazgeçmiyor, yılgınlık göstermiyordu. Addâs’ın imanı ve mutluluğu için taşlanmaya değerdi. Zira Addâs’ın hidayete ermesi yerle gök arasındaki her şeyden daha güzeldi.
Taif Duâsı
Allah Resûlü biraz dinlenip kendine geldikten sonra iki rekat namaz kıldı. Sonra ellerini açarak şöyle dua etti:
“Ya Rabbi! Kimsesizliğimi, çaresizliğimi, insanların gözündeki değersiz halimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen Benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan yabancılara mı? Yoksa Bana galip gelme gücünü verdiğin bir düşmana mı? Eğer Sen Bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Fakat Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Senin üzerime gazab indirmenden yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Her şey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet Sende, Senin Elindedir!”
Allah Resulü’nün En Zor Günü
O gün Efendimizin yaşadığı en acı gündü. Yıllar sonra hanımı Hz. Âişe; Uhud’dan daha şiddetli bir zorluk yaşayıp yaşamadığını sorduğunda, Resûl-i Ekrem Taif’te başına gelenleri hatırlamış ve en büyük sıkıntıyı o gün çektiğini söylemişti.
Efendimizin Merhameti
Yaşadığı bütün sıkıntılara, çektiği acılara rağmen Allah Resûlü’nün yüreği sevgi ve merhamet doluydu. Rabbine durumunu en samimi bir şekilde arz ettikten sonra gökyüzüne baktı. Bir bulutun içinde Cebrail’i gördü. Cebrail, Efendimize bir başka meleği, Dağlar Meleğini gösteriyordu. Dağlar Meleği Efendimizin mübarek lisanından çıkacak bir söze bakıyordu. Eğer isterse iki dağı harekete geçirir ve Kureyş halkını yok ederdi. Ama âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Nebi bunu istemedi ve şöyle dedi:
“Ben onların soylarından yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan muvahhid bir neslin yetişeceğini ümid ediyorum.”
Allah Resûlü, Taiften Mekke’ye döndüğünde şehre giremedi. Mekke’ye ancak bir Mekkelinin himayesinde girebilirdi. Fakat başvurduğu kimseler Efendimizi himaye etmeye yanaşmadı. Şehrin dışındaki dağlarda üç gün boyunca beklemek zorunda kalan Peygamberimiz nihayet Mutim b. Adiy’in himayesi altında Mekke’ye girebildi.
Allah Celle, davet yolunda bunca sıkıntıya maruz kalan, sevdiklerini kaybeden, hicret etmeyi göze alan ve gittiği yerde en ağır işkencelere uğrayan, vatanına geri dönüşünde dahi pek çok zorluğa göğüs geren Habibini, hiçbir kula nasip olmayan, akılların almadığı büyük bir mucize ile ödüllendirdi. Taif’te taşlanan Kul gökyüzüne yükseldi.
Nübüvvetin onuncu yılı. Efendimiz aleyhisselâm’ın en çileli ve en zorlu yılı. Acıların birbiri ardınca geldiği günler. Önce Allah Resûlü’nü çocukluğundan itibaren himaye eden, müşriklere karşı koruyan, hiçbir zaman yalnız ve yardımsız bırakmayan amcası Ebû Talib vefat etti. Onun ölümü, Efendimizin adeta kolunu kanadını kırdı. Sonra Müslümanların ilki, müminlerin annesi, Efendimizin hanımı, sığınağı, sevgilisi Hz. Hatice, Rabbine, cennetteki yüce makamına kavuştu. Hz. Hatice’nin ayrılığı Peygamberin gönlünde silinmez bir acı bıraktı. Allah Resûlü ve ashâbı bu yıla “hüzün yılı” adını verdi.
Ebû Talib’ten sonra Mekke, yaşanmaz bir şehir oldu. Onun sağlığında Peygambere yaklaşamayanlar, yokluğunda birer canavara dönüştü. Peygamberin yüzüne tükürüyor, öldüresiye dövüyor, Mescid-i Haram’da boğmaya çalışıyor, secdede iken üzerine deve işkembesi koyuyor, yapılmadık işkence, edilmedik hakaret bırakmıyorlardı. Bu şehir durulacak gibi değildi. Mekke’deki Müslümanlar işkence altında eziliyor, Habeşistan’daki Müslümanlar ise Mekke’den müjdeli bir haber bekliyorlardı. Artık hiç kimse Müslüman olmuyordu. O halde bir şeyler yapmalı, davaya yeni bir merkez bulmalı, bu şehri terk etmeliydi.
Taif Yolculuğu
Peygamber Efendimiz, Zeyd b. Harise ile birlikte Mekke’den gizlice ayrıldı ve yürüyerek Taif şehrine gitti. Taif liderlerini İslam’a davet edecek, onlardan kendisini ve diğer Müslümanları himaye etmelerini isteyecek, Taif’i İslam Medeniyetinin sembolü yapacaktı.
Efendimiz aleyhisselâm Taif’te on gün kaldı. Bu süre içinde görüşmediği, İslâm’ı anlatmadığı kimse kalmadı. Ama Taif’in önde gelenleri, O’nunla alay ediyor, hakaretler yağdırıyor, şehirden kovuyorlardı. Resûl-i Ekrem onlardan en azından bu şehre gelişini Mekkelilere haber vermemelerini istedi. Zira Mekke’yi terk edip bir başka yurt aradığını duyan Kureyşliler O’nu şehre sokmazlardı. Fakat Taifliler bunu dahi kabul etmedi. Taif’in önde gelenleri en az Kureyşliler kadar zalimdi.
Şehrin serserileri Efendimizin üzerine üşüşmüş, hakaretler yağdırıp küfürler ederken, Allah Resûlü onlara Tarık sûresini okuyordu.
Gönlü kırılmış, alay ve hakaretlerle bunalmış sevgili Nebi, şehri terk edeceği sırada yolun iki tarafına sıralanmış, ellerindeki taşlarla kendisini bekleyen çocukları, serserileri ve aşağılık insanları gördü. Bunlar Efendimizi taşlayacak, linç edeceklerdi. Allah Resûlü yürüdü. O yürüdüğünde vücuduna taşlar yağmaya başladı. Yaralandı, ayaklarından akan kanları görünce durup dinlenmek istedi, belki de düştü. O düşünce müşrikler O’nu kalkıp yürümeye zorladı ve O yürüyünce taş yağmuru yeniden başladı.
Peygamber’in Fedaisi Zeyd b. Harise
Zeyd b. Harise… Efendimizin üzerine titrediği, öz çocuklarından ayırmadığı sevgili Zeyd. Belki de Allah Resûlü’nün en çok sevdiği, sevdiğim dediği Zeyd. Dört bir yandan gelen taşlara karşı Peygamberini koruyan, sağa sola, öne arkaya sıçrayan, Muhammed aleyhisselâm’ın etrafında pervane olan Zeyd. Başından akan kanları görmeyip şehrin çıkışına kadar sevdiğini koruyan Zeyd. Acaba senin o günkü sevabını melekler yazabilir mi? Senin o an hissettiklerini kalemler yazabilir mi, senin çırpınışını insanlar anlayabilir mi?
Addâs’ın İmanı
Taifliler, Efendimizi ve Zeyd’i şehrin çıkışına kadar taşladılar. Son derece üzgün ve yaralı olan Peygamberimiz yol üzerinde bulunan bir bağa sığınmak zorunda kaldı. Bu bağ Mekkeli müşriklerden Utbe ve Şeybe b. Rebîa’ya aitti. Onlar, EfendimizinNhalini görünce, köleleri Addâs’ı bir tabak üzümle Allah Resûlü’ne gönderdiler.
Efendimiz kendisine gelen köleyle sohbet etti. Hıristiyan asıllı köle aniden Efendimizin başını, ellerini, ayaklarını öpmeye başladı. Taif iman etmemişti ama Addâs Müslüman olmuştu. Allah Resûlü, yaralı bir haldeyken dahi davetten vazgeçmiyor, yılgınlık göstermiyordu. Addâs’ın imanı ve mutluluğu için taşlanmaya değerdi. Zira Addâs’ın hidayete ermesi yerle gök arasındaki her şeyden daha güzeldi.
Taif Duâsı
Allah Resûlü biraz dinlenip kendine geldikten sonra iki rekat namaz kıldı. Sonra ellerini açarak şöyle dua etti:
“Ya Rabbi! Kimsesizliğimi, çaresizliğimi, insanların gözündeki değersiz halimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zulme uğramış tüm mazlumların Rabbisin. Sen Benim de Rabbimsin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Bana kaba ve sert davranan yabancılara mı? Yoksa Bana galip gelme gücünü verdiğin bir düşmana mı? Eğer Sen Bana dargın değilsen, başıma gelen eziyet ve işkencelere aldırmam. Fakat Senden gelecek bir himaye ve koruma çok daha hoştur. Senin üzerime gazab indirmenden yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Zâtının nuruna sığınırım! Her şey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet Sende, Senin Elindedir!”
Allah Resulü’nün En Zor Günü
O gün Efendimizin yaşadığı en acı gündü. Yıllar sonra hanımı Hz. Âişe; Uhud’dan daha şiddetli bir zorluk yaşayıp yaşamadığını sorduğunda, Resûl-i Ekrem Taif’te başına gelenleri hatırlamış ve en büyük sıkıntıyı o gün çektiğini söylemişti.
Efendimizin Merhameti
Yaşadığı bütün sıkıntılara, çektiği acılara rağmen Allah Resûlü’nün yüreği sevgi ve merhamet doluydu. Rabbine durumunu en samimi bir şekilde arz ettikten sonra gökyüzüne baktı. Bir bulutun içinde Cebrail’i gördü. Cebrail, Efendimize bir başka meleği, Dağlar Meleğini gösteriyordu. Dağlar Meleği Efendimizin mübarek lisanından çıkacak bir söze bakıyordu. Eğer isterse iki dağı harekete geçirir ve Kureyş halkını yok ederdi. Ama âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Nebi bunu istemedi ve şöyle dedi:
“Ben onların soylarından yalnız Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan muvahhid bir neslin yetişeceğini ümid ediyorum.”
Allah Resûlü, Taiften Mekke’ye döndüğünde şehre giremedi. Mekke’ye ancak bir Mekkelinin himayesinde girebilirdi. Fakat başvurduğu kimseler Efendimizi himaye etmeye yanaşmadı. Şehrin dışındaki dağlarda üç gün boyunca beklemek zorunda kalan Peygamberimiz nihayet Mutim b. Adiy’in himayesi altında Mekke’ye girebildi.
Allah Celle, davet yolunda bunca sıkıntıya maruz kalan, sevdiklerini kaybeden, hicret etmeyi göze alan ve gittiği yerde en ağır işkencelere uğrayan, vatanına geri dönüşünde dahi pek çok zorluğa göğüs geren Habibini, hiçbir kula nasip olmayan, akılların almadığı büyük bir mucize ile ödüllendirdi. Taif’te taşlanan Kul gökyüzüne yükseldi.
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca