Thread Rating:
  • 14 Vote(s) - 3.14 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Nübüvvet Bahisleri
#1
Peygamberlerin Varlığını İsbat

Muhammed Aleyhisselâmın Nübüvvetinin İsbâtı

(1. Aklî Mu´cize):

(2. Hissî Mu´cizeler):

(3. Mu´cizât-ı Haberiyye):

Peygamberliğin Özellikleri

Velilerin Kerametleri

Devlet Reisliği ve Ona Bağlı Meseleler

Hulefâ-i Râşid’inin Devlet Reisliği

NÜBÜVVET BAHİSLERİ

Peygamberlerin Varlığını İsbat


Ehl-i hakkın büyük çoğunluğu «Allah taâlânın peygamber gön­dermesi mümkündür, akıl bunu kabul eder» demiştir. Onların bir kıs­mı da «Hikmetin gereği olarak vâcibdir» demiştir. Sümeniyye ile Be-râhime bunun muhal olduğunu ileriye sürmüştür.[1]

Ehl-i hakkın delili şudur: Yüce Allah´tan kullarına ait emir ve ya-sakdaOın çıkması, akıllarının idrak edemiyeceği dünya ve âhiret sa­adetine dair hususları onlara bildirmesi muhal değildir; hatta bu, hik­mettir, uygun bir şeydir. O halde kullarından bir kısmını ya sahîh bir ilham veya apaçık bir vahy vâsıtasiyle söz konusu edilen ilimle müm­taz kılması akıldan uzak değildir. İşte bu mümtaz kişiler Allah´ın emrini başkalarına haber verirler. Yüce Allah da böyle bir zât için, ilâh! âlemden haber verişinin doğruluğunu gösteren bir delil (alâmet) halk eder ki o da mu´cizedir.

Konunun biraz daha açıklanmasına gelince, Allah taâlâ cennet ile cehennemi yaratmış, bunların birinde dostları için mükâfat, öte­kinde de düşmanları için azap hazırlamıştır. İnsan aklı ise bu hâdise­nin inceliklerine nüfuz etmeye muktedir değildir, Yine Allah dünya­da hem zararlı, hem de fâideli şeyleri yaratmış, fakat gerek idrakkuvvetine, gerek akia zararlı ile faîdeliyi, gıda, zehir ve devayı birbi­rinden ayırdetme imkânını vermemiştir. Ölüm ihtimâli mevcûd oldu­ğundan tek tek tecrübe ile aklın bunları tesbit etmesi de bahis ko­nusu değildir. O halde hikmet onu gerektirmiştir ki yüce Allah peygamber göndersin. Bu peygamber, onun kullarına, âhirette ken­dileri için neler hazırladığını ve dünyaya neler yaratıp tevdi´ ettiğini haber versin; dirliklerini temin eden şeyleri emretsin, mahvolmaları­na sebep olacak şeyleri yasaklasın. «Ta ki mahvolmak isteyen kimse bilerek mahvolsun, dirlik bulmak isteyen kimse de bilerek dirlik bul­sun».[2]

Soru : Peygamber aklın gerektirdiği şeyleri getirirse akıl bundan müstağnîdir; eğer onun kabul etmiyeceği şeyleri getirirse bunian muhal görüp reddeder, binâenaleyh peygamber göndermenin bir fâidesi yoktur [3]

Cevap: Paygamber, aklın bilmekten ve idrak etmekten âciz kal­dığı şeyleri getirebilir. Çünkü akılların vereceği hükümler üç kısma ayrılmıştır: Vâcib, mümteni´, caiz. Akıl vâcib ile mümteni1 hakkında kolayca hüküm verebilirce de caiz hakkında duraklar, ne menfî, ne de müsbet bir hükme varamaz; caiz sahasına giren şeylerden hiç birini ne farz, ne de haram kılabilir. Şu kadar var ki bir şeye İyi netice terettüb ederse ona ilgi gösterir, kötü bir netice bağlanmışsa ondan yüzçevirir. İmdi peygamber, Allah taâlâdan (aldığı vahyile) fiillerin neticelerini açıklayınca insan aklın saadetine vesile olan şeye vâkıf olup yönelir, felâketine vesile olan şeyden de haberdar olarak on­dan kaçınır. Aslında akıl tarafından idraki mümkün olan bir şeyi bile dinin açıklaması caizdir, Bunun gayesi kişiye kolaylık sağlamaktır. Çünkü bu nevi´ şeyleri idrak edebilmek için devamlı tefekküre, ara­lıksız müşahedeye ve eksiksiz araştırmaya ihtiyaç vardır. Öyle ki in­san bununla uğraşacak olursa Önemli işlerinin çoğu yüzüstü kalır. Bi-nâenalyh Allah taâlânın peygamber vasıtasıyla bu nevi´ işleri beyan etmesi onun lütuf ve rahmetinin eseridir. Nitekim yüce Allah «Biz seni, -ey Habîbim, âlemlere rahmet olasın diye gönderdik»[4] buyurmuştur.

İmdi nübüvvette şart olan peygamberin erkek olmasıdır. Çünkü kadın oluş, bizim mezhebe göre, peygamber olarak gönderilmeyemâni´dir. Eş´ariyy ise buna muhalif kalmıştır. Görüşümüzün izahına gelince, risâlet hak dine da´vetle ortaya atılmayı gerektirir, kadn oluş ise örtünmeyi gerektirir, binâenaleyh aralarında tezad vardır.

Peygamber, aklın muhal görmiyeceği şeyler ileriye sürer, dâvası­nın doğruluğuna delil (mu´cize) getirir. Zira mu´cize olmaksızın onun! sözünü kabul etmek vâcib değildir. Havâricin İbâdıyye kolu bund muhalefet ederek : «Mu´cize göstermeden önce de peygamberin, sözünü kabul etmek vâcibdir» demiştir. Bu, yanlış bir görüştür. hak peygamberle yalancı peygamber ancak mu´cize ile ayırdedijj lebilir, binâenaleyh mu´cize olmaksızın onun sözünü benimsemeli gerekli değildir.

Mu´cize, benzerini getirmekten insanların âciz kaldığını isbar eden şeydir. Sonundaki hâ te´nîs için değil mübalâğa içindir. Kelâm âlimlerine göre mu´cizenin ta´rîfi şöyledir: Münkirlere meydan okudu­ğu bir sırada nübüvvet iddia eden zâtın elinde, tabiat kanunlarına aykırı olan bir hâdisenin - benzerini getirmekten münkirleri âciz bırakacak şekilde vuku´ bulmasıdır. Böyle bir mu´cizenin, peygamber aleyhisselâmın doğruluğunu göstermesinin izahına gelince, biz mu´cizenin yüce Allah´ın fi´li olduğunu, kulun bunda hiç bir tesiri bu­lunmadığını bilmekteyiz, meselâ asayı yılana çevirmek ve ölüyü di­riltmek gibi, İmdi peygamber olan zât «Eğer ben senin gerçek rasûlün isem şöyle şöyle yap!» der de Allah taâlâ mu´cize izhâr eder­se, bu, o peygamberi bilfiil tasdik etme mânâsına gelir ve: «Doğru söyledin, sen hak peygambersin!» sözü yerine geçer. Nasıl ki bir kim­se hükümdarın huzurunda onun elçisi olduğunu iddia eder ve hü­kümdarın maiyetine «Doğruluğumun nişanesi, hükümdara : Eğer ben doğru söylüyorsam yerinden üç defa kalk otur, söylemem ola­caktır» derse, hükümdar da gerçekten bunu yapar ve maiyetinde­kiler bu hâdisenin hükümdarın âdeti olmadığını bilirse... Nasıl ki bu fiil o elçiyi, iddiasında «Doğru söylüyorsun!» dercesine tasdik ederse mu´cize de aynen bunun gibidir. - Tevfîk yalnız Allah´tandır. [5]

Muhammed Aleyhisselâmın Nübüvvetinin İsbâtı

Nübüvvet müessesesinin varlığını öğrendikten sonra, şimdi pey­gamberimiz Muhammed aleyhlsselâtü vesselamın hak peygamber olduğunu isbâta çalışalım. Çünkü tarihte gelip geçen peygamber­lerin nübüvvetini isbat konusunda temel kaide Hz. Muhammed´in nübüvvetini isbat etmektir; bizim mezhebimize göre diğer peygam­berlerin nübüvveti ancak onun haber vermesiyle sübût bulur.[6]

Bunun isbatlanması iki şekilde mümkündür. [7]

(1. Aklî Mu´cize):

Birincisi Kur´ân-ı kerîmdir. Hz.Peygamber, onunla, arap olan ve mayan bütün edîblere -bir benzerini yapmalarını isteyerek mey dan okumuş, onlarsa bunu yapmaktan âciz kalmıştır. İşte Allah taâlâ şöyle buyurur «Eğer kulumuz Muhammed´e indirdiğimiz Kur´ârf hususunda şüphe ediyorsanız haydi siz de ona benzer bir sûre getlrin». [8]Yine sânı yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: «De ki : Andol| sun, bütün insanlarla cinler şu Kur´ânın bir benzerini meydana getire mek için bir araya toplanıp yardımlaşsalar bile yine onun benzerin» yapamazlar». [9]Ve bu hususta Kur´ân-ı kerîmin ihtiva ettiği diğel âyetler. [10] Bu âyetler karşısında bütün edîbler Kur´ânın benzerini getirt mekren âciz kalmıştır. Bunun isbatına gelince, onlar şayet Kur´ânırjj benzerini getirmeye muktedir olsalardı bunu mutlaka yaparlardı! Çünkü onlar Peygamber efendimizin dâvasını ibtâl etmeye vd onun kesin isbat vasıtası olarak kullandığı Kur´ân hüccetini çürütme ye son derece düşkündü. Edîbler şayet böyle bir şey yapmış olsa îûfdı (yani Kur´âna nazîre getirmiş olsalardı) mutlaka meşhur olacak ve bize kadar nakledilip getirilecekti; tıpkı müseylimetü´l-kezzâb[11] (güya vahiy mahsûlü olan) bâtıl ve saçma sözleri nakledildiği gibi. [12]

Soru : Belki harp ve geçim meşgaleleri gibi işler onları böyle b şey yapmaktan alakoymuştur [13]

Cevap : Bir defa Rasûlüllahın Kur´ân-ı Kerîm ile meydan okuyuş savaşlara girişmeden önce vuku´ bulmuştu. Sonra araplar nazarini da, hak bildikleri dinlerini müdafaa etmek, muhterem ve mukad­des olan şeyleri korumak geçim meşgalelerinden çok daha önerr|i bir şeydir. Binâenaleyh ileriye sürülen ihtimalin bahis konusu oimad|. ğı aşikârdır. [14]

Soru : Belki de o zamanların edibleri Kur´an´a bir nazire getirmii-lerdir de İslâm dinine inananlar buna iltifat etmeyip (unutturmuşlc ve) Kur´ânı meşhur kılmışlardır [15]

Cevap : O devirlerdeki münkirler sayıca mü´minlerden daha çoktu. Şayet Kur´âna nazire olacak bir şeye muvaffak olsalardı, on­ların inkârları, yalanlamaları ve Peygamber aleyhisselâma oian düş­manlıkları, kendilerini, bu nazireyi nakledip meşhur kılmaya mutlaka sevkedecekti; tıpkı mü´minlerin tasdikleri ve Peygamber efendimize mahabbetleri, onları, Kur"ânı nakletmeye ve meşhur kılmaya sev-kettiği gibi. Buna rağmen Kur´âna nazîre olacak hiç bir şey bize nakl edilmemiştir. O halde edîbler bundan âciz kalmışlardır. Arapların edebiyat ve belagat mütehassısları böyle bir şeyden âciz kalınca sonraki gayr-ı arap unsurlar haydi haydi âciz kalır. [16]

(2. Hissî Mu´cizeler):


Muhammed aleyhisselâmın nübüvvetini isbat eden mu´cizelerin ikincisi ondan naklolunan hissî ve haberî mu´cizelerdir. Hisse istinad eden mu´cizeierin bir kısmı onun zâtında, bir kısmı da zâtının dışında mevcuddur.

a) Onun mübarek zâtıyla ilgili mu´cizeler: Baba ve annesi tara­fından, (nurunun) sulbüne ve rahmine intikal ettiği kimselerin alnın­da bir nurun parlaması[17] geçmiş ilâhî kitaplarda maddî ve ma´nevî vasıftan ile zuhur edeceği zamanın haber verilmesi ve ona tâbi´ ola­caklarla taraftarlarının vasıflarının anlatılması[18] yine Alî b. EbîTâlib (kv.) [19] Hind b. Ebî Hâle[20] ve Ümm-i Ma´bed[21] (Allah hepsinden râzî olsun) gibi zevatın rivâyetiyie bize kadar naklolunan onun yüksek yaratılışı, mütenâsip endam ve uzuvları, yüce ahlâkı ve örnek davranışlan.[22] Bütün bunlar, basîret sahibi kimseler nazarında, bu nevi" yüksek sıfatların ne ondan önce, ne de ondan sonra hiç bir kimse­de toplanmadığı konusunda kesin delillerdir. Bu da onun zâtının şe­refini ve sânının yüceliğini gösterir, hem de kimsenin ona denk ola-mtyacağı şeklide. Nitekim rivayet olunduğu üzere Ebû Bekr es-Siddîk (r.a) [23] Peygamber (s.a.) efendimize küçüklüğü sırasında ne zaman bakmış ve onun vasıflarına dikkat etmişse «Bu zât büyük bir iş için yaratılmış olmalıdır» diyordu. Nihayet Hz. Peygamber onu İsla­ma da´vet edince : «işte benim senden beklediğim bundan başka bir şey değildi» cevabını vermiştir. [24] Abdullah b. Selâm (r.a.) [25] da onunla ilk karşılaştığında «Bu, asla yalancı bir sîma olamaz» demiş­tir. [26]Ashâb-ı kiramın şâirlerinden Abdullah b, Revana[27] ise onun hakkında şöyle demiştir:

Bulunmasaydı bile mu´cizâtın hiç biri

Verirdi sana onun ma´sûm yüzü haberi! [28]

Muhammed aleyhisselâm, ömrü boyunca bu yüce ahlâkı mu­hafaza etmiş, gizli aşikâr, öfkeli veya neş´eli, hayatının hiç bir safhasıda bundan ayrılmamıştır, öyle ki ona iman etmiyenler, şiddetli düş­manlıkları ve yıkıcı tenkid ibtiiâlarına rağmen kendisinde bir tenkid noktası bulamamışlardır. İşte bu meziyet onun davasının doğruluğu­na en kuvvetli bir delil teşkil eder. Çünkü sânı yüce olan hikmet sa­hibi Allah´ın, (kendi elçisi olduğunu ileriye sürmek suretiyle) müfterî olduğunu bildiği bir kimsenin şahsında bunca faziletleri toplaması, ona yirmi üç yıl müsade etmesi, sonra da tebliğ ettiği dini diğer din­lere faik kılıp düşmanlanna galip getirmesi ve ölümünden sonra da eserlerini kıyamete kadar yaşatması... aklen muhal olan bir şeydir,

b) Hissî mu´cizeierden, Rasûlüllahın zâtının dışında olanlara şunlar örnek gösterilebilir: Ayın ikiye ayrılması,[29] ağacın yürüyüp gelmesi, [30] taşın konuşması, [31] ağaç kütüğünün inlemesi, [32] devenin halinden yakınması, [33] kızartılmış koyun etinin zehirli olduğunu haber vermesi[34]ve bulutun Rasûlüllahı devamlı gölgelendirmesi.[35]

(3. Mu´cizât-ı Haberiyye):


Peygamber (a.s.) efendimizin geçmişe ve geleceğe ait hâdJse leri haber vermesi de onun mu´cizelerindendir.

a) Maziye ait hadislere misai, geçmiş peygamberlerin kıssaları ve eski ümmetlerin halleridir. Rasûiüllah bu kıssa ve hâdiseleri Ehl-i kitâb âlimlerinin huzurunda, (Kur´ân ve hadîsin) çeşitli yerlerinde muhtelif lafızlarla zikretmiş, bu âlimlerden hiç biri onu yalanlamaya veya tenkide muktedir olamamıştır. Halbuki o, ne eskilerin kitaplarını oku­muş, ne de Ehl-i kitâb ile beraber bulunmuştur. İşte bu, onun, ilâhî vahy ve nübüvvete müsteniden haber verdiğini gösterir.

b) Müstakbele ait haberlere gelince, meselâ Bedir savaşı günün­de düşman ordusundan muhtelif kimselerin öldürüleceğini yerleriyle birlikte önceden haber vermesi gibi; nitekim aynen haber verdiği şekilde vuku´ bulmuştur. [36] Yine Benî Hanîfe kabîiesiyle İranlıların sa­vaşacağını, İran şahının saltanatının yıkılacağını, getirdiği İslâm dini­nin diğer dinlere faik gelip şark İle garbın en uzak noktalarına kadar yayılacağını ve haberlerde zikredildiği gibi daha başka hususların vuku´ bulacağını önceden haber vermesi bu nevi´ mucizeler­dendir. Hakîkatte bütün bunlar haber verdiği gibi vuku´ bulmuştur. [37]

Rasûl-i ekrem (s.a.) efendimizin bu haber verişlerindeki hali hiç bir veçhile kâhin, sihirbaz ve müneccimlerin haline benzememiştir. Şöyle ki onlann (tumturaklı sözlerinde) kafiyeli nesir ve vezinli şiirler kullandıkları, murdar şeyler isti´mal ettikleri, şeytanlardan yardım di­ledikleri, usturlaba baktıktan ve çeşitli hesaplar yürüttükleri rivayet olunur. Bil´akis onun (s.a.) tavru hareketleri istikamet üzere olmak, sükûn ve vekar içinde bulunmak, dünya zevklerine iltifat etmemek ve devamlı bir surette zikrullah ile meşgul olmaktan ibaretti.

Yukarıdan beri bahis konusu edilen bu mu´cizelerin çoğu, gerçi âhâd yoluyla sabit olmuştur. Fakat bunların hepsi bir mânâda ittifak etmektedir ki o da Hz. Muhammed´in elinde, tabiat kanunlarını bo­zan hâdisenin (yani mutlak mânâda mu´cizenin) zuhur ettiğidir, İşte bu mânâda mu´cize mütevâtir hükmünde ofur ve katî ilim ifade eder. Tıpkı Hâtim´in[38] cömertliği, Nûşirevân´ın[39] adaleti, Hz. Ali´nin kahramanlığı ve Ebû Hanîfe´nin[40] (Allah rahmet eylesin) ilmi hakkın­da âhâd yoiuyla nakledilen menkıbeler gibi. (Her biri âhâd yoluyla rivayet edilen) bu menkıbelerin her bir gurubu kül olarak tek bir mânâya delâlet ettiğine göre - ki bu mânâlar da cömertlik, adalet, kahramanlık ve ilimdir bu mânâların mevcudiyetine dair kesin ilim hâsıl olmaktadır. İşte mu´cizeler de böyledir.[41]

Soru : Bazı hıristiyanlar Hz. Muhammed´in (s.a.) sadece Arapların peygamberi olduğunu iddia etmiştir. Binâenaleyh risâletinin bütün insanlara şâmil oluşunun delili nedir [42]

Cevap : Onun hak peygamber olduğunu isbat ettik. Peygam­ber ise yalan söylemez. Şu bir gerçektir ki o, bütün insanlara gönde­rildiğini haber vermiştir. Nitekim Allah taâiâ şöyle buyurur: «Habibim biz seni şüphe yok ki bütün insanlara peygamber olarak gönder­dik».[43] Yine o azameti yüce Allah buyurdu : «De ki ey insanlar, ben Allah´ın size, hepinize gönderdiği bir peygamberim».[44] Şu da mu­hakkak ki. O, İran Şahına, Bizans imparatoruna ve civardaki diğer hükümdarlara elçiler göndererek onları İslama çağırmış, [45]bunlar­dan Necâşî[46] ve diğer bazıları ona iman etmiştir. Bu da onun, her kese gönderilmiş bir peygamber olduğunu gösterir.

Başanya ulaştıran yüce Allah´tır. [47]
Peygamberliğin Özellikleri


Peygamberin kendisine has bazı sıfatlarının bulunması gereklidir. O, bu sıfatlar sayesinde yüce Allah ile kullan arasında elçilik yapma liyakatini kazanmış olur, Aliah taâlâ şöyle buyurur: «Allah, elçiliğini nereye tevdi´ edeceğini çok iyi bilendir».[48]

Bu sıfatlardan biri, onun, asrında yaşayan insanların en akıllısı ol­ması, bir de en güzel ahlâka sahip bulunmasıdır. Peygamber ola­cak zâtın, risâlet vazifesini ifaya engel teşkil edecek sıfatlar taşıma­ması da lâzımdır. Eğer nübüvvetten önce böyle bir sıfat taşıyorsa Cenabı Hak onu peygamberlik sırasında izâle eder, nasıl ki Mûsâ aleyhîsselâmın dilindeki tutukluğu onun dua ve niyazı üzerine izâle ettiği gibi. [49]

Peygamber, gerek sözlerinde, gerek fiillerinde kendisini lekeliye-cek ve kadrü kıymetini düşürecek hatalarda korunmuş (mâ´sûm) oiur. Eğer kasıd ve irâdesi olmaksızın kendisinde bir hata vuku1 bula­cak olursa Cenabı Hak onu uyarır, kınar; bu hususta peygamberini kendi haline bırakmak şöyle dursun onu uyarmayı geciktirmez bile.

Büyük üstâd İmâm Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (Allah yüzaklığını artır­sın) şöyle dedi: «İsmet külfeti kaldırmaz». Bunun mânâsı şudur ki pey­gamberin günahtan korunmuş olması ismet) onu tââte zorlamadığı gibi günah işlemekten de âciz bırakmaz. Ne var ki İsmet Allah´ın bir lütfü olup peygamberi hayır yapmaya sevkeder, kötülükten de alı-kor. Fakat ilâhî İmtihanın gerçekleşmesi için onda yine de irâde mevcuddur.

Müslümanların büyük çoğunluğuna göre peygamberin küfürden ma´sum oluşu vahiyden önce de, sonra da sabittir. Havâricin Fu-dayliyye kolu buna muhalif kalmıştır.[50]

Peygamberin günahlardan ma´sum oluşu ehl-i sünnete göre va­hiyden sonra sabittir. Fakat Haşviyyeye göre böyle değildir. Zira on­lar Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman ve Hz. Yûsuf (aleyhimu´s-selâm) ile diğer bazı peygamberlerin kıssalarını anlatırken onların günah işlediklerini hissettiren bazı şeyler naklederler. Halbuki bu rivayetlerin bazıları mu´teber değildir, bazıları da peygamberlerin sânına yakışacak bir şekilde sahîh birte´vîl ile te´vîl olunmuştur. [51] Bunun isbatına gelince, peygamberler Aliah taâlânın kulları üzerindeki hüccetleri (sarsılmaz delilleri ve rehberleri) dir. Zira Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır: «Peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, ta ki insan­ların Allah´a karşı bahaneleri olmasın»[52] bilâkis Allah´ın insanlar karşı­sında hücceti (ve hesap sorma hakkı) vardır. Eğer peygamberlerin günah işlemesi mümkün olsaydı onların sözüne güvenilmez ve binâ­enaleyh ilâhî hüccet gerçekleşmemiş olurdu.

Peygamberlerin vahiyden Önceki durumlarına gelince. Mutezilenin bütün guruplarıyla (Fudayliyye kolu hâriç) Havâricin ta­mamına göre onlar vahiyden önce de ma´sûmdur. Bize göre ise peygamberlerin vahiyden önce günah işlemesi, nâdir olmak şartıy-le, mümkündür, böylelerinin hali nübüvvet ânında hemen iyiliğe ve istikamete dönüşür. [53]

Velilerin Kerametleri

Velilerin kerametleri bize göre caizdir, Mu´tezile buna muhaliftir. Yine sihir ile göz değmesi bize göre olağan olup onlarca mümkün değildir.

Bu konudaki delilimiz hem aklî, hem de naklî yöndendir.

a) Naklî delil, Süleyman aleyhisselâmın vezirine dair gelen ilâhî haberdir. Şöyle ki o, (Saba Melikesi) Beikıs´in tahtını uzak mesafeden kısa bir zaman içinde getirmiştir. Nitekim Allah taâlâ şöyle buyurmuş­tur : «Ben gözünü yumup açmadan önce onu sana getiririm, dedi. Bir de (Süleyman) onu yanında hazır görünce : bu, Rabbimin lûtfundan doğan bir şeydir... dedi». [54]Yine Nihâvend´de bulunan Sâ­riye[55] Medîne´dekî halife Ömer´in (r.a.) : «Ey Sâriye, dağa dikkat et, dağa!» tarzındaki sözünü işitmiştir, halbuki ikisi arasında beşyüz fer­sahtan fazla bir mesafe bulunuyordu. [56]Hz. Ömer´in mektubu (atıl­mak sureti) ile Nil nehrinin taşması, [57] Hz. Hâiid´in[58] zehir içmesi (ve bundan zarar görmemesD de meşhurdur. [59]Tabiîne ve ümmet-i Mu-hammed´in sâlih ferdlerine ait naklolunagelen kerametler[60]o dere­ceye ulaşmıştır ki âhâd yoluyla gelen bu rivayetler biraraya getirildiği takdirde kerametin mümkün olduğu noktasında tevatür merte­besine vanr.

b) Aklî defile gelince, keramet, tabiatta carî kanuna aykırı olarak vuku1 bulan ilâhî bir fiildir. Tâ ki kul itâatkârlığın meyvesini tanısın ve dininin hak olduğuna dair basiret ve inancı artsın.

Soru : Keramet bu tarzda vuku´ bulacak olsaydı mu´ciz-eye ben­zer, nebî ile veîî birbirinden ayırdedilemezdi

Cevap : Öyle değildir, çünkü mu´cize nübüvvet iddiasıyla bera­ber bulunur, halbuki velî bunu iddia edecek olsa ânında kâfir olur ve keramete lâyık olma vasfından sıyrılır. Bilakis velî, peygamber aleyhisselâma bağlı olduğunu ikrar eder. Şüphe yok ki velîye ait her bir keramet tâbi´ olduğunu ikrar ettiği peygamber hakkında bir mu´cize sayılır. Böyle olunca da velî ile nebî arasında benzerlik doğ­maz[61]Doğruya ileten yalnız Allah´tır. [62]

Devlet Reisliği ve Ona Bağlı Meseleler[63]

İnsanların, işlerini yürütecek bir devlet reisi edinmeleri gereklidir. Nitekim Rasûlüllah (s.a.) in vefatını müteakip devlet reisinin tesbiti hususunda önce ihtilâf edip sonra Ebû Bekir (r.a.)ın riyaseti üzerinde birleşen ashâb-ı kiramın ittifakı da bunu göstermektedir. [64]

Aynı zaman içinde iki devlet reisinin başa getirilmesi caiz değildir. Ancak «Her asırda susan ve konuşan olmak üzere iki imâm mevcuddur» diyen bazı Râfizîier ile Hz. AİTnin devlet reisliği sırasında Hz. Muâviye´nin[65] de riyasetini meşru´ sayan Kerrâmiyye buna mu­halefet etmiştir. Fakat bu görüş yanlıştır. Çünkü bu görüş aynı za­man içinde, birbirini nakzedecek konularda iki ayn şahsa itaat et­menin lüzumunu doğurur, bu ise muhaldir. Ebû Bekir (r.a) da : «Bir kına iki kiline sığmaz» derken[66] buna işaret etmiştir. Aynı mânâda ol­mak üzere Hz. Alî de Muâviye taraftarları için : «Kardeşlerimiz bize isyan etmişler» demiştir.[67] Eğer (aynı zaman içinde) iki kişiye devlet re­isliği tevdi" edilmişse önce ta´yln olunmuş bulunan, meşru´ reis olur. Eğer her ikisi de aynı zamanda ta´yln olunmuş ise ikisinin de riyaseti düşer. Bu takdirde ya onlardan biri veya bir başkası için yeniden se­çim yapılır.

Devlet riyasetinin şartı reisin erkek, hür, ökıl-bâliğ olması ve Kureyş kabilesine mensûb bulunmasıdır. Bu kabilenin Hâşim oğullan kolun­dan olması ise bazı Râfizflerin muhalefetine rağmen bize göre şart değildir. Çünkü Peygamber efendimizin «İmamlar Kureyştendir»[68] tarzındaki sözleri umûmîdir (bu kabilenin bütün kollarına şâmildir). Yine devlet reisinin günahtan korunmuş (ma´sûm) olması da şart de­ğildir; Bâtınlyye buna muhaliftir. Adalet ve takvaya gelince, bize gö­re kemâlinin şartıdır, Şafiî´ye[69] (r.a) göre ise riyasetin cevazının ve hu-kukan meşru´ olabilmesinin şartıdır. Binâenaleyh Hanefiyyece günahkâr olduğu bilinen bir kimseye devlet reisliğinin tevdi´ edilmesi mekruh ise de hukukan meşru´dur. Devlet reisi büyük günah (kebîre)irtikâb ederse bize göre azledilmeye lâyık olur, fakat kendiliğinden düşmez. Şâfiye göre ise riyasetten düşer, Mu´tezile ile Havâric de ona muvafakat etmiştir.

Daha faziletlisi varken dûn olanın devlet reisliği hukukan muteber olur, Râfizîlerin çoğu buna muhalif kalmıştır. Zira halîfe Ömer (r.a), kendisinden sonraki hilâfet ta´yinini, bir kısmının diğerin­den üstün olduğunu bildiği halde altı sahâbî[70] arasındaki istişare ne­ticesine havale etmiştir. [71]

Hulefâ-i Râşid’inin Devlet Reisliği

Hulefâ-i râşidînin ilki Ebû Bekir (r.a.) dır. Ebû Bekir hilafetin şartlarını şahsında-toplamış, bütün ashâb-ı kirama üstünlüğü kabul edilmiş bir zattı. Ashab onun hilâfetinde ittifak etmiştir. Bu ittifak kesin bir delil teşkil eder. Peygamber aleyhisselâmın Hz. AiTnin hilâfetini açıkça haber verdiğini ileriye süren kimselerin iddiası da bu icma´ karşısında sukut eder. Çünkü Rasûl-i ekrem (s,a.) efendimiz «Benim ümmetim dalâlet üzere ittifak etmez»[72] buyurmuştur. Ayrıca herkesçe bilin­mektedir ki Hz. Alî (r.a), halîfe Ebû Bekr´e bey´at etmeyi uygun gör­dükten sonra hâzır bulunan bir çok zevatın yanında ona bey´at et­miştir. [73]

Ebû Bekir (r.a) m uğurlu hilâfeti sırasında ashâb-ı kiramın akıllarını hayrette bırakan nice hâdiseler zuhur etmiş; onun isabetli karan sayesinde müslümanlar arasındaki ihtilâf ortadan kalkmıştır. Nitekim bu konuyu «el-Kifâye» de tafsılâtıyle açıkladık.[74]

Hz. Ebû Bekir (r.a.) vefatından önce Ömer b. el-Hattâb´ı velîahd seçtirdi. Rivayet olunur ki halîfe Ebû Bekir hayatından ümid kesince Osman´ı[75] çağırmış ve Ömer b. el-Hattâb´ı velîahd edindiğine dair mektubu ona yazdırmıştı. Mektubun yazılışı bitince onu mühürliyerek Medîne´lilerin huzuruna çıkarmış ve onlara mektup sahîfesinde yazılı bulunan zâta bey´at etmelerini emretmiş, onlar da bey´at etmiştir. Hatta mektup Alî b. Ebî Tâlib´in (r.a.) yanından geçerken Hz. Alî, «Orada yazılı bulunan zâta bey´at ettik, Ömer b. el-Hattâb da olsa!» demiş. Sonra ashâb-ı kiram Hz. Ömer´in hilâfetinde ittifak etmiştir. [76] Halîfe Ömer, Ebû Bekir(r.a.)ın yolunu ta´kîbetmiş, ordular sevketmişve ikmal kıtaları düzenlemiş... Nihayet Allah taâlâ onun kılıcı saye­sinde küfr ile fesadı kökünden kurutmuştur.

Sonra halîfe Ömer (r.a.) şehîd edildi. Hilâfet işini altı kişi arasındaki istişare neticesine havale etti: Osman, Alî, Abdurrahmân b. Avf, [77]Talha, [78] Zübeyr[79] ve Sa´d b. Ebî Vakkaas[80] (Allah´ın nzâsı hepsinin üzerine olsun). Şûra ehlinin beşi halife seçimini altıncı üye Abdurrah-mân´a havale edip onun vereceği karara râzî oldular. O da Hz.Osmân´ı (r.a.) seçti ve ashabın huzurunda ona bey´at etti. As-hâb-ı kiram da kendisine bey´at edip hilâfeti boyunca emirlerine boyun eğdiler, arkasında Cum´a ve Bayram namazlarını kıldılar. Bu onların Hz. Osman´ın hilâfeti üzerinde ittifak ettiğini gösterir. Halîfe Osman hakkında dış görünüşüyle tenkid ifade eden rivayetlere gelince, bunların bir kısmı iftiradır, bir kısmı da onun sânına uygun, ye­rinde bir te´vîi ile yorumlanmıştır[81] bihâenaleyh bu nevi´ rivayetler (onun sarsılmaz şahsiyeti gibi) kesin bir delili nakzetmez.

Nihayet halife Osman (r.a.) da hilâfet konusunda bir şey söyleme imkânı bulamadan şehid edildi. Bunun üzerine Muhâcirîn ile Ensâr-danJleri gelen bir ashab gurubu toplanıp Hz. AlTden hilâfeti kabul etmesini istediler, bu konuda ısrar edip onu Allah´a saldılar. O da ka­bul etti ve orada bulunan seçkin ashab topluluğundan kendisi için bey´at aldı. [82] Halife Alî´ye muhalefet eden veya onun karşısında sa­vaşan ashab kendi zan ve ictihadlanna dayanıyorlardı. Ehl-i sünne­te göre bu konuda haklı olan Hz. Alîdir. Çünkü o, çağdaşlarının en faziletlisi ve hilâfete en lâyık olanıdır. Rivayet olunduğuna göre Hz.Alînin muhalifleri bil´ahare fikirlerinden dönmüşler ve yaptıklarınapişman olmuşlardır.[83]

Nübüvveti ta´kîbeden bu hilâfet devri Hz. Alî (r.a.) ileisona erdi. Çünkü o, Rasûlüllah (s.a.) efendimizin vefatından otuz yıl sonra şe­hid edildi. Peygamber aleyhisselâm da «Hilâfet benden sonra otuz yıldır»[84] buyurmuşlardır.

Hulefâ-i râşidînin fazilet sırası Ehl-i sünnete göre hilâfet sırasının ay­nıdır.

Evlâdlannın fazilet sırasına gelince bazı âlimler «Ashabın dışında ilim ve takva ölçüsünden başka kimseyi ötekinden üstün kabul et­meyiz» demiş, bazıları da «Evlâdlan babalarının fazilet sırasına göre derecelendiririz, demişler, ancak Hz. Fâtıma´nın[85] (r.a.) çocukları müstesna, zira onlar Rasûlüllah (s.a,) e olan yakınlıkları sebebiyle bü­tün ashabın çocuklarından üstün kabul edilir».

Ashabın hiç bir ferdine dil uzatmamak, onları sadece hayrile yâd etmek, onların hal ve hareketlerini iyilik ve doğruluğa yormak her müslümanın tâbi´ olması gereken bir vecîbedir. Çünkü Peygamber efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur : «Ashabım hakkında Al­lah´tan korkun, Allah´tan. Benden sonra onları tenkidlerinize hedef edinmeyin. Onları seven bana mahabbeti sebebiyle sevmiş, onlar­dan nefret eden bana nefretinden ötürü nefret etmiş olur. [86]Ve çünkü onlar Allah´ın dinine yardım etmiş, Rasûlüllah (s.a.) ile müşer­ref olma bahtiyarlığına eriştirilmiştir. Allah hepsinden râzî olsun!

Hidâyete erdiren yalnız O´dur. [87]

[1] «Sümeniyye, Berâhime ve İbâhıyye, peygamber gönderilmesi muhaldir, dediler. Zira peygamber, aklın gerektireceği şeyleri getirip söyliyecekse akil, bundan müstağnidir. O takdirde peygamberin gönderilmesi fâideden hâfî, abes bir şey ofur ki hakim olan Allah´a yaraşmaz. Şayet peygamber aklın benimsemiyecegi şeyleri getirecekse, bu da reddolunmaya mahkûmdur. ´ Çünkü herkes kabul etmiştir ki akîl da Allah taâlânın sarsılmaz bir delilidir. Onun hüccetleri ise birbirini nakzetmez. O halde aklın kabui etmiyeceği şey bâtıldır... Hulâsa bunlar diyorlar ki kullar bazı emir ve yasaklarla mükelleftir. Onların fiilleri güzel (meşru1) ve çirkin Cgayr-ı meşru´) kısımlarına ayrılır. Güzel fiiller emredilmiş,: çirkin fiiller de yasaklanmıştır. Fa kat iyilikleri sevme ve kötülüklerden nefret etme fıîraîiyla yaratılan insanın aklı bunları bilmek için kâfidir, peygamberlerin gönderilmesine lüzum yoktur»(e[-İ´timâd fTM´îikad, varak 39a).

[2] e!-Enfâl,8/42

[3] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 103-104.

Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 104.

[4] el-Enbiyâ1.21/107

[5] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 104-105.

[6] «Bilmiş ol ki insanlardan herhangi birinin «nebiy» veya «rasul» olduğuna şehâdet etmek ancak hiç bir şüphe taşımıyan kafi bir delil ile mümkün olabilir. Bu delil, ya onun gösterdiği mu´cizeyi müşahede etmek veyahut kesin ilim İfade eden mütevâtir bir haberle o mu´cizeye muttali1 olmaktır. Asrımızda bu delillerin hiç biri peygamberimiz Muhammed (a.s.) dan başkası için mevcûd değildir. Ne var ki Muhammed aleyhisselâmın peygamberliği biraz sonra açıklayacağımız üzere bizce kesin delil ile sabit olduğundan Allah taâiânın. Peygamberi vasıtasıyla nübüvvetini haber verdiği herkesin kati olarak nebiy olduğunu anlamış ve bilmiş oîuruz. Meselâ Cenabı Hakkın, şu âyetlerinde belirttiği gibi : «Kitabda İbrahim´i de an. Çünkü o, sıdkt bütün bir peygamberdi» (el-Kehf, 19/42). «Kitabda Musa´yı da an. Çünkü o, İhlâsa erdirilmiş biriydi, hem rasûl, hem de nebiydi» (el-Kehf. 19/52). Buna bağiı olarak Kur´ânm, nübüvvet ve risâletinden bahsettiği herkesin nebiy ve rasûl olduğuna inanır, Kur´ânda zikri geçmeyip de kıssa ve tarih kitaplarında söz konusu edilen zevat hakkında sükût eder, ne müsbet, ne de menfî bir hükme varmayız.

«Peygamberleri, vârid olmuş bazı hadisler sebebiyle belli bir sayıya münhasır kılmayız. Çünkü bu konudaki hadîsier âhâd yoluyla gelmiş olup kat´I ilim ifade etmez. Biz peygamberlerin hepsine iman der, mıkdarlarının bilgisini Allah´a havale ederiz. Zira peygamberler hakkında belli bir sayı söyltyecek olursak, onların, hakikatte bu mıkdardan daha çok veya daha az olması muhtemeldir. Eğer söylediğimiz sayıdan fazla iseier bazılarını peygamber olmaktan çıkarmış oluruz. Şayet sayıları dah az İse. bu durumda da peygamber olmıyana peygamberlik nisbet edilmiş olur. Bunların hiç biri ise câiz^ değildir. Binâenaleyh nebiy ve mürsellerin hepsine iman eder, «Onların ilki Âdem, sonuncusu da Muhammed (a.s.) dır» deriz. Nitekim Cenabı Hak «Öyle peygamberler gönderdik ki kıssalarını önceden sana bildirdik. Öyle peygamberler de gönderdik ki sana onların kıssalarını haber vermedik. Allah Musa´ya da hitâbederek konuştu» (en-Nisâ1, 4/164) buyurmuştur» Cel-Kifâye, varak 40b). Peygamberlerin sayısı hakkında ayrıca bk. Teftâzânî, Şerhu´l-Akaid, s. 169-170,

[7] Peygamber efendimizin nübüvvetini isbat eden mu´cizeler kelâm âlimleri tarafından üç kısımda mütalâa edilir: 1) Her asırdaki akı! sahibi insanlara hitabeden Akli (ve ma´nevi) mu´cize : Kur´ân 2) Peygamberin devrindeki İnsanların, duyu organlarıyla müşahede ettiği tabiatüstü hadisler : HisST mu´cizeler. 3) Peygamber tarafından haber verilen, geçmişe ve geleceğe dair hadisler: Mu´cizât-ı haberiyye. Müellif Sâbûnî, taksim sırasında ikinci ve üçüncü şıkkı birleştirerek iki nevi´ haiinde mütalâa etmişse de izah sadedinde her üç kısma da temas etmiştir.

Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 106.

[8] el-Bakara, 2/23

[9] ei-İsrâ´, 17/88

[10] Bu âyetler için bk. Tafsîlü âyâti´î-Kur´âni´l-hakîm, el-Kur´ân: 1- el-Kur´ân.

[11] Yalancı Müseylime : Müseylime b. Sümâme b. Kebîr el-Hanefî el-Vailî. EfcRı Sümöme; peygamberlik iddia etmiştir. «Müseylime´den daha yalancı» söiu darb-ı mesel haline gelmiştir. 12 h/633 m. yılında katledilmiştir. (el-A´lâm, 8/125)ij

[12] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 107.

[13] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 107.

[14] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 107.

[15] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 107.

[16] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 108.

[17] bk. A´lâmu´n-nubuvve, s. 132; Delâilü´n-nubuvve, s. 89; Uyûnu´l-eser, s. 26; Târîhu´t-Taberl, 2/6; ei-Mevâhibu´l-ledünniyye, 1/19.

[18] Cenabı Hak şöyle buyurmuştur; «Onlar ki nezdlerindeki Tevrat ve İndide yazılı bulacakları ümmî nebîy olan o Rasûle tâbi´ olurlar» (el-A´râf, 7/157). bk. Sahfivi Buhârî, 3/21, el-Buyû1 /50; Sünen-i Tirenizi, 12/104; Sîratü İbni Hişâm, 1/152-153, 2/361, 386/387, 560; A´lâmu´n-nubuvve. s. 90-100; Delâilü´n-Nubuvve, s. 32 vd., 249; e!-Bidaye ve´n-nihâye, nu. 893, varak 41 b vd.

[19] Alî b, Ebî Tâlib b. Abdülmüttalib, Ebû´l-Hasen; Kureyş´ln Hâşimî kolundan, Emîru´l-mü´minînin ve Hulefâ-1 Râşidînin dördüncüsü, Peygamber (s.a.)in amcazadesi ve damadı; 40 h. /661 m. yılında şehid edilmiştir (el-İsâbe, nu. 5690; el-A´lâm. 5/107),

[20] Hind b. Eb! Hâle, Temîm kabilesinden ; Rasutüilahın üvey ogiu olup annesi zevcât-ı tâhirâttan Hz, Hatîcedir. 36 h./656 m. yılında Cemel vak´asında vefat etmiştir (el-İsâbe, nu. 9009).

[21] Âtike bint Hâlid, Ümm-I Ma´bed; Huzâa kabilesine mensûb olup Hz. Peygamberin hicreti sırasında uğrayıp koyununu sağdığı hanımdır (el-İsâbe nu. 1507).

[22] bk. Sahîh-i Buhârî 4^164 vd., el-Menâkıb/23; Sahîh-i müslim, hadîs nu,2309-2347, el-Fedâil/13-32; SÜnen-i Tirmlziî, 12/117; Sîratü İbni Hişâm, 2/271; A´lâmu´n-nubuvve, s, 142 vd., Deiâilü´n-nubuvve, s. 139, 283, 551; el-Bİdâye ve´n-nihâye. nu. 892, varak 276a, nu. 893, varak 25b vd.; Cem´u´l-vesâil, s. 8-63.

[23] Abdullah b. Ebî Kuhâfe Osman b. Âmir b. Kâ´b. Ebû Bekr es-Sıddik; Kureyş´İn Teym koiuna mensûb, Rasûlüllahın iik halîfesi, erkeklerden ona ilk iman eden; 13 h./634 m. yılında vefat etmiştir (el-İsâbe, nu. 4817; el-A´lâm,4/237).

[24] Bu rivayeti aynı lâfızlarla kaynaklarda bulamadım. İbni Hişöm´ın Sîrat´inde şöyle zikredilmektedir (1/65): «Bana ulaşan habere göre Rasûlüllah (s,a.) şöyle dermiş : «Kimi İslama da´vet ettimse mutlaka onda bir ürkme, duraklama ve bir tereddüd gördüm, ancak Ebû Bekr b. Ebî Kuhâfe müstesna, ona İslâmiyet! teklif ettiğim zaman ne ürktü, ne de tereddüt gösterdi». İbni Kesir de el-Bidâye ye´n-nihaye´sinde (nu. 892, varak 226b) bu hadîsi zikrettikten sonra şöyle der : «İbni İshâk ve diğerlerinin naklettiğine göre Ebû Bekir, nübüvvetten önce de Rasûlüllahm arkadaşıydı. Onun doğruluğunun, emanete riâyetkârlıgının, güzel huyunun ve yüce ahlâkının insanlara yalan söylemesine mâni´ teşkil ettiğini pekâlâ biliyordu. O halde böylesi Allah´a karşı nasıl yalan uydurabilirdi Bu sebepledir ki Rasûlüllah, ona Allah elçisi olduğunu söyler söylemez hiç duraklamadan ve gecikmeden iman ediverdi".

[25] Abdullah b. Selâm b. ei-Hâris, Ebû Yûsuf, Yahûdî asıllı bir sahâbîdir, Rasûlüilahın Medine´yi teşriîlerinde müslüman olmuştur; 43 h. /664 m. yılında vefat etmiştir. (el-İsâbe, nu. 4725; el-A´lam 4/224)

[26] bk. Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/450; el-İsâbe, nu. 4725; el-Bidâye ve´nnihâye, nu. 892, varak 181a.

[27] Abdullah b. Revâha b. Salebe, Ebû Muhammed; Ensârın Hazrec kabilesine mensup bir sahâbî ve meşhur bir şâir; Mûte savaşı kumandanlarından olup 8 h./629 m. yılında orada şehid edilmiştir (el-A´lâm. 4/217).

[28] bk. el-İsâbe. Abdullah b. Revâha. nu. 4676.

[29] bk. Sahîh-i Buhârl. 4/186. el-Menâkıb/27; Sahîh-i Müslim hadîs nu, 2800-2803. Sıfâtü´l-Münâfıkıyn/8; Sünen-i Tirmizî, hadîs nu. 2182; Deîâilü´n-nubuvve, s. 233; el-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 892, varak 254a, nu. 893, varak 46a; Tefsîr-i ibni Kesîr, el-Kamer Süresi, 1. âyet.

[30] bk. Sünen-i Tirmizî, 12/111; Sünen-i İbni Mâce, hadîs nu. 4028; Sîraî-ı İbni Hişâm, 1/262; Delâi!ü´n-nübüwe,s. 331; el-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 893, varak âla.

[31] bk. Sahîh-i Müslim, hadîs nu. 2277, el-FedÖII/2: Sünen-I Tirmizî, 12/110; Delâilü´n-nubuvve, s. 191; el-Bidâye ve´n-nihâye nu. 893, varak 63b.

[32] İbni Ömerden (r.a.) rivayet olunduğuna göre Peygamber (s,a.) ilk zamanlar bir hurma gövdesinin yanında durarak hutbe irâd ederdi. Sonraları minber edinip de ona çıkınca hurma kütüğünün inlediği duyulmuş, Rasûlüliah yanına varmış, okşar gibi yaparak elini üzerinde gezdirmiştir (Buhârî, 4/173, ei-Menâkıb/25 Ayrıca bk. Sünen-i Tirmizî, 12/111; Delâilü´n-nubuvve, s. 341). Muhaddis ve müfessir ibni Kesir de Tefsirinde (el.Haşr, 59/21) bu hâdisenin mütevâîir haborle sabit olduğunu kaydetmiştir. el-Bİdâye ve´n-nihâye adlı eserinde ise (nu. 893, varak 61b) bu konuda şöyle demiştir: «Bu hâdise bir ashâb topluluğunun hadîsinde çeşitli yollarla vârid olmuştur ki bu rivayet yolları bu konunun imamları ve bu sahanın mütehassıslartnca kesinlik ifade eder...» Müellif bu rivayet yoüarından dokuz tanesini kaydetmiştir.

[33] bk. Delâilü´n-nubuvve. s. 326 vd. ei-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 893. varak 64 b; e!-Mevâhibu´Hedünniyye, 1/366.

[34] İbni Şihâb´dan rivayet edildiğine göre ashâbdan Câbir b. Abdullah şöyle anlatırdı : Hayber halkından bir Yahudi kadını kızartılmış bir koyunu zehirleyerek Rasûiüllah (s.a.) in huzuruna sunmuş. Peygamber efendimiz de koyunun bir kolunu alarak yemeğe başlamıştı, ashâbdan bir gurup da onunla beraber yiyordu. Çok geçmeden Hz. Peygamber: «Ellerinizi etten çekiniz!» buyurmuş ve hemen Yahûdî kadınına adam göndererek celbetmiş; şöyle sormuş:

- Bu koyunu zehirlemişsin

- Kim haber verdi sana

- Şu elimdeki et parçası,

- Evet, zehirledim

- Niçin

- Düşündüm ki eğer gerçek peygamberse ona zarar vermiyecektir. Şayet değilse Ölür, biz de kurtuluruz.

«Peygamber efendimiz bu kadını cezalandırmayarak affetmiş» (Sünen-ı Ebî Dâvûd, 2/482-483, ed-Dtyât/6). bk. Sahîh-i Buhârî. 7/32, et-Tıbb/55; Sahîh-i Müslim, hadis nu. 2190, es-Selâm 18; Sîrat-i İbni Hişâm, 2/800; Delâilü´n nübüvve, s. 153; ei-Kâmü, 2/150.

[35] bk, Sünen-i Tirmizî, 12/106-107; Delâilü´n-nubuvve, s. 126.

Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 108-111.

[36] bk, Sahih-i Müslim, hadîs nu, 2873, e!-Cenne/17; el-Bidâye ve´n-nlhâye, nu. 892. varak 296a,

[37] Müellif es-Sâbûnî el-Kifâye´sinde konu ile ilgili şu izahatı vermektedir (varak 42b): «Hz. Peygamberin, müstakbele alî verdiği haberlerin bir kısmı Kur´anda zikredilmiştir. Meselâ, «Yakında o (müşrik) topluluğu bozulacak ve onlararkalarını dönüp kaçacaklardır» (ei-Kamer, 54/45.Kureyş müşrikleri için inen bu Mekkî âyetin haber verdiği husus Bedir savaşında gerçekleşmiştir). Yine (Bedir / savaşı hakkında nazil olan) şu âyet :«Hani Aiiah size, iki taifeden birinin size M : boyun eğeceğini va´detmişti» (el-Enfâl, 8/7), Yine «Siz çetin savaşçılar olan birkavme yakında da´vet olunacaksınız» (el-Feth. 48/16) âyet-i kerîmesi M bundan . maksad ya (halîfe Ebû Bekir devrindeki) Benî Hanife savaşı veya İranlılarla

yapılan savaştır, bunların her ikisine de âyetin muhâtab tuttuğu bedevi araplar çağırılmıştır. Bir başka âyetin meali de şöyledir : «Her halde sana Kur´ânı farz

kılan Allah eninde sonunda seni o dönüşü arzu edilen yere (Mekke´ye) döndürecektir» (el-Kasas, 28/85). Yine : «O hak dini diğer bütün dinlere gaaüpgetirmesi için ...» (et-Tevbe, 9/33) mealindeki âyet-i kerîme. Hakikatte de Allah öyle yapmıştır. Bir de Yahudilerden bahseden şu âyet-i kerîmeler; «De ki eğer

Allah yanında âhiret yurdu(nun nimetleri) diğer insanlara değil de yalnız sizeaitse, haydi o halde öiümü temenni edin, şayet samimi iseni2! Fakat onlar önceden işledikleri günahlar yüzünden onu hiç bir zaman arzu etmezler»

(ei-Bakara, 2/94-95).

Gerçekte de Yahudiler devamlı olarak ölümü yalan sayan İşler yapmaya düşkünlük gösterirler. Yine Yahudiler hakkında : «Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası vurulmuştur. Meğer ki Allah´ın lûtfuna ve insanların ahdine sığınmış olsunlar» (Âl-i imrân 3/112) buyurmuş ve hakikaten yeryüzünün gerek şarkında, gerek garbındaki Yahudilerin hallerinde bu, aynen vâki´ olmuştur. Geleceğe ait haberlerin bir kısmı İse şöhret bulmuş hadîslerde yer almıştır. Meselâ : «Yeryüzü önümde durulmuş ve onun şarkı ile gabrı bana gösterilmiştir. Ümmetimin hükümranlığı, bana dürülüp gösterildiği yerlere kadar ulaşacaktır» (Sünen-İ Ebî Dâvûd, 2/413, el-Fiîen/1 : Sünen-i bnl Mâce, hadîs nu. 3952) hadîsi gibi ki onun ümmetinin hükümranlığı yer küresinin şarkına da garbına da ulaşmış bulunmaktadır, Yine Hz. Peygamberin Ammâr´a hitaben «Seni âsî bir topluluk öldürecektir» (A´lâmu´n-Nubuvve, s. 69) sözü; Hz. Ömer, Osman ve Ali´yi (r.a) şehidlikle müjdelemesi ye «Benden sonra hilâfet otuz yıl sürecektir» (Sünen-i Ebî Dâvûd, 2/515, es-Sunne/8; Sünen-İ Tirmizi, hadîs nu. 2226) gibi beyanları hep bu nevi´dendir.Ayrıca kıyamet alâmetleri hakkında, şöyle şöyle olacaktır, tarzında vârid olan haberler - ki çoğu zamanımıza kadar vuku bulmuştur - ile sayıiamıyacak kadar diğer bir çok haberler vardır.» Bu konu için bk. Sahih-i Buhârî. 4/175. 179-180, 182, el-Menâkıb/25; Delâilü´n-Nübüvve, s. 43,469,547; ei-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 893, varak 78a.

[38] Hatim b. Abdullah et-Taaî, Ebû Adiy; Câhiliyye devrine ait bir şâir olup kahramanlığı, cömertliği ve asâletiyle şöhret bulmuştur. Cömertliği darb-ı mesel haline gelmiştir. Hicretten önce 46/Mi!âdî 578 yılında vefat etmiştir (el-A´lâm 2/151.)

[39] Birinci Husrev diye tanınan Nûşirevân Sâsânî hükümdarlarının en büyüğü olup darb-ı mesel haline gelen adaletiyle şöhret bulmuştur. 579 m. yılında ölmüştür (el-Müncid fi´l-edebi ve´l-ulûm, Kisra mad).

[40] Nu´mân b. Sabit, Ebû Hanîfe, Kûfe´li; Hanefiyy© mezhebinin imâmı mutlak Müctehid derecesinde fakîh; 150h/767 m. yılında vefat etmiştir (el-A´lâm, 9/4 ; Zeylü´l-Cevâhlri´l-mudiyye. 2/450-519.

[41] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 111-113.

[42] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 113.

[43] Sebe1, 34/28.

[44] ei-A´râf. 7/158

[45] Sahîh-i Buhârî 1/4, Bed´u´i-vahy/6, 5/136, el-Megâzî/82; Sîratü Ibni HişârYı, 4/1025; Deiâilü´n-nubuvve. s. 287; Uyûnu´l-eser. 2/259-270; el-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 892. varak 396a.

[46] Sîratü İbni Hişâm, 4/1025; Uyünu´l-eser 2/259-270;el- Kâmil, 2/145; el-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 892, varak 238b vd. Necâşfden maksad Habeş kralı Ashama b. Ebhar´dır. adının arapça karşılığı Atıyye´dir. Peygamber efendimizin devrinde müşlüman olmuş, fakat otıunla görüşmemiştir, 9 h. /630 m. yılında vefat etmiştir (el-fsâbe, nu. 473).

[47] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 113.

[48] el-ErVâm. 6/124

[49] Müellif Sâbûnî Cenabı Hakkın şu âyetlerine işaret etmektedir: «Mûsâ dedi: Rab-bim, benim göğsüme genişlik ver, işimi kolayiaştır, dilimin şu düğümünü çöz ki sö­zümü İyi anlasınlar»,,. «Cenabı Hak buyurdu : Ey Mûsâ, istediğin sana verilmiştir.» (Tahâ, 20/25-28,36)

[50] ef-Kifâye´nin ibaresi şu mealdedir (varak 45a) : «Havârlcden bir gurup - ki Fuday-le (doğrusu Fudayliyye olacak) diye isimlendirilir- «Peygamberlerden küfür sâdır olabilir» demişlerdir. Onlar bu hüküme, günah denilebilecek her fi´lin küfür sayıla­bileceği gibi yanlış bir prensibe bağlı kalarak varmışlardır.»

[51] Bunun izahı el-Muntaka min ısmet´İ-enbiyâ´ (adlı kitabımız) dadır» (el - Kİfâye, 45b), Bu kitap için Sâbûnfnin eserleri hakkında bilgi veren kısma bakınız.

[52] en-Nisâ14/165.

[53] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 114-115.

[54] en-Neml, 27/40

[55] Sâriye b. Züneym b. Abdullah b. Câbir; şâirlerden bir sahâbîdir, fetihler yapmış kumandanlardandır. Hz. Ömer hicretin 23. yılında onu ordu kumandanı ta´yin ederek İran beldelerine göndermiştir. 30h./650m. yılında vefat etmiştir (ei-İsâbe, nu.3034;el-A´lâm,3/U2).

[56] bk. Delâilü´n-nubuvve, s. 507 ek; es-Savâıku´l-muhnka, s. 101; el-Kâmİl, 3/21-22; el-İsâbe, nu. 3034; el-Makqasıdu´l hasene, hadis nu. 1331.

[57] bk. İbnu´l-Cevzl, Târihu Ömer b. el-Hattâb, s. 172-173; Mu´cemu´l-buldân. «en-Nfl» maddesi; es-Savâıku´l-muhnka. s. 102; el-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 893. varak 149a.

[58] Hâlid b. el-Velld b. el-Muğire; sahâbi, büyük fâtih; Mekke´nin fethinden önce hic­retin yedinci yılında müslüman olmuştur. 21 h./642 m. yılında vefat etmiştir, (el-İsâbe, nu. 2201; el-Alâm. 2/341).

[59] bk. el-sâbe, nu. 2201; e!-Kâmil 2/266-267 ; Delâilü´n-nubuvve, s 382.

[60] bk. el-sâbe, nu. 2201; e!-Kâmil 2/266-267 ; Delâilü´n-nubuvve, s 382.

[61] Müellif Nûreddîn es-Sâbûnî (r.h.) «el-Kifâye» adlı kitabında keramet bahsini şöyle bitirmiştir: «Tabiat kanununu bozan hâdise dört nevi´dir. Mucize : Meydan okuma (tehaddî) ve nübüvvet iddiasıyla beraber peygamberin elinde zuhur eden şey­dir. Keramet: Şerîaîe bağlılık ve tekvâ hâlinde velînin elinde zuhur eden şeydir. Maûnet t Herhangi bir iddia olmaksızın sıradan mü´minlerden birinin elinde vuku´ bulan şeydir. Mekr ve istidrâc: Tanrılık taslayanın kâfir ve bid´atçmm elinde vuku´ bulan şeydir. Şunu da söyüyelim ki sihir bu anlattıklarımızın dışında kalır. Çünkü si­hir hakikatte anlattığımız şekilde tabiatta carî kanunu bozucu değildir. Şöyle ki insan eğitim ve egzersiz yoluyla onu irâdesi dâhilinde elde etmeye muktedir olur. Zira tabiatte carî olan kanun hükmünü sürdürmektedir. Binâenaleyh eğitim gö­rüp de öğrendiklerini şartlarına uygun olarak tatbik eden kimse carî olan kanun gereğince gerekli neticeyi de ortaya koymuş olur. Şu kadar var ki neticeyi doğu­ran sebepler gizli (ve girift) olduğundan avam onları bilmediği gibi öğrenmek İçin de gayret sarf etmez. İşte bu sebeplerdir ki sihir haddizatında tabiatüsîu bir hâdise değildir».

[62] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 116-117

[63] Devlet reisliği aslında İslâm akaidini değil İslâm hukukunu alâkadar eden bir ko­nudur. Fakat akaid fırkalarından biri olan Şîa çeşitli kollarıyla birlikte devlet reisliği hakkında muhtelif görüşler ileriye sürmekte ve bu arada konuyu bir akaid mese­lesi haline getirmektedir. Meselâ devlet reisinin peygamberler gibi ma´sûm olma­sının şart koşulması gibi. İşte EhH sünnet âlimleri sapık fırkaların iddialarını cevap­landırmak ve Ehl-i sünnet mensuplarını yanlış görüşlerden korumak için devlet reisliği konusunu akaid meseleleri arasına almışlardır.

[64] Bu tarihî hâdise için bk, Sâhîh-i Buhârî, 4/194, Ashâbu´n-nebiy/5; 8/25-28,126, el-Hudûd/31,el-Ahkâm/51;Sahîh-İ Müslim, hadîs nu, 1818 vd. el-İmâra/l;TaberîTa­rihi, 2/448 vd. e!-İmâme ve´s-siyâse, s. 4 vd. el-Bidâye ve´n-nihâye, nu, 892, varak 502b. nu. 893, varak 102a.

[65] Muvâviye b. Ebî Süfyân Sahr b, Harb; Kureyş´in Emevî koluna mensûb bir sahâbî olup Şam´daki Emevî devletinin kurucusudur. Arap dâhil erindendir. 60 h. / 680 m. yılında vefat etmiştir (el-İsâbo, nu. 8070; el-A´lâm, 8/172)

[66] Bu sözü Hz. Ebû Bekr´e nlsbet edilmiş olarak bulamadım. Ancak Taberî Tarihinde (2/457): «Ömer, mümkün değil, bir devirde iki halife bulunamaz, dedi» ifadesi mevcuddur. ef-lmâme ve´s-siyâse´de de şu mealdeki İbare yer almıştır (s.7). «Ömer (r.a) kalktı ve: Olamaz, bir kına iki kiline sığam az, dedi»

[67] Kaynaklarda bu İfadeyi aynen bulamadım. Benzer İfadeler İçin bk. Taberî Tarihi, 3/415,496,561; el-lmâme ve´s-slyâse, s. 51

[68] Devlet reisleri adaletle hükmettikleri takdirde Kureyş´tendlr; onlar anlaşma yap­tıklarında gereğini yerine getirirler, yardımları İstendiği zaman esirgemezler». Bu hadisi, BeyhakI es-Sünenu´hkübrâ´sında (8/144), Ebû Dâvûd et-TayâlisI de el- Müs-ned´Inde (s. 248) Enes b, Mâlikten rivayet etmişlerdir.Muhammed ez-ZâNd el-Kevserî lhkaaku´1-hakk adlı eserlerinde şöyle demektedir (s. 20.21) : «İmdi hadîs sahih olsaydı Hz. Ebû Bekir (r.a) (haHfe ta´ylninin münakaşa ealidlgD Sekıyfe gü­nünde mutlaka onunla davdan* isbat ederdi .Çünkü o gün münakaşa konusu edilen meselede bu hadîs apaçık bir delil teşkil eder. Hadis tenkidi İle meşgul olan bir çok alim, ashabdan hiç bir kimsenin münakaşa konusu ettikleri hilafet mevzuunda bu hacffsl oeHI olarak İleriye sürmeyisin!, bu hadîsin sahih oiamıyacagt-nın alametlerinden biri kabul ederler, Salöhaddih el-Alâî (vf. 761/1359) de Teflay-hu´l-fuhûm bl t enkıyhi sıyagn-utüm adlı eserinde, bazı kelâm alimlerinin İddiasına rağmen, Hz. Ebû Bekir´in bu haaTs ile ihticöc ettiğinin sâblt olmadığını zikretmiştir. KevserT acı geçen eserinde yine şöyle demiştir: «Ibni Hacer´ln, hadîsilafzıyla Ahmed b. Hanbel´ln Müsnecflne atfen Ebû Bekir

ve Ebû Hüreyre (r.a) ya nlsbet edişine gelince, apaçık bir hatâdır. Çünkü hacfis bu lafızlarla Ebû Bekir ve Ebû Hüreyre´den rlvûyet edilen hadîsler arasında yer al­madığı gjbi Sahîhayn´ae de (müsned olarak) mevcûd değildir. Ibni Hacer´e altadlı risaleye ve oradaki tevatürİddiasına geBnce, bu, mutlak Kureyş´ln fazHett konusunda varid oian hadisler hakkındadır, husûsî olarak bahis konusu edilen hâdls hakkında degll.»

[69] Muhammed b. Idrls b. el-Abbas b. Osman b. Şâfl. Ebû Abdlllah; Kureyş kabilesi­nin Hösjmî kolundan, AbdCrtmuttaiib neslinden; EhH sünnetin dört imamından bi­ri; bütün Safiler ona nisbet edilir; üstün bir zekâya «ÛNbdL fıkıh ve hadîs sahasın­da bir çok eseri mevcuddur; 204 h. /820 m. yılında vefat etmiştir (el-A´löm, 6/249)

[70] Hz. Ömer´in ta>in ettiği şûra ehli şunlardı: Osman b. Affân. Atîb. EbîTöiib. Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. el-Avvâm, Sa´d b. Ebî Vakkas ve Abdurrahmân b. Avf (Allah hepsinden râzî otsun), bk. el-İmâme ve´s-siyâse, s. 23 vd. el-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 893, varak 160a; es-Savâıku´l-muhrıka, s. 104 vd; TaberîTarihi, 3/264.

[71] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 118-120.

[72] el-Makaasıdu´i-hasene, hadîs nu. 1288; Keşfu´l-hafâ´ hadîs nu, 2999. Ayrıca bk. Sünen-! Ebi Dâvûd, 2/414, ei-Hten/1; Sunen-i Tirmizî, hadis nu. 2167;!bni Mâce, hadîs nu. 3950.

[73] el-İmame ve´s-siyâse. s. 12; el-Bidâye ve´n-nihâye, nu. 892, varak 502b. nu. 893, varak 102a. İbni Hacer el-Heysemî«es-Savâıku´l-muhrıka» adlı eserinde bu konu­daki rivayetleri muteber kaynaklardan derliyerek hulâsa etmiştir (s. 13 vd.),

[74] O hâdiselerden biri bizzat Rasûlullah (s .a.) in vefatıdır. Ashâb-i kiram bu hususta şaşkınlık göstermiş hatta içlerinden Hz. Ömer «Muhammed öldü! Diyen kimsenin boynunu vururum...» diyecek hale gelmişti. Bunun üzerine Ebû bekir bir konuşma yaparak şöyle demişti : «Muhammed´e tapan varsa bilsin ki o, ölmüştür; Allah´a tapanlar da onun daima hayy olup ölmediğini hatırlasınlar!» Şaşkınlık içinde ka­lan ashab Ebû Bekr´in bu sözleriyle Rasûlüllahın gerçekten vefat ettiğini anlamış oldular. Yine bu hâdiselerden biri Peygamber efendimizin nereye defnedileceği konusunda ortaya çıkan anlaşmazlıktı. Muhacirler onun Mekke´ye nakledilmesini teklif ederken Ensâr Medîne´de gömülmesini istiyorlardı. Bir kısmı da MescicH Ak-saa´ya götürülmesi fikrindeydi. Nihayet Ebû Bekir, onlara. «Peygamberler öldük­leri yerde defnoiunurlar» mealindeki hadîsi nakledince görüşbirliğine vardılar. Yi­ne ashâb-ı kiramın, Sekiyfe günü hilâfet hakkındaki görüş ayrılığı da bu hadislerden birini teşkil eder. O gün Medîne´li müslümanlar, Mekke´Ülere «Bizden de bir halîfe sizden de bir halîfe bulunsun» demişti. Bazıları Hz, Abbas´ı bir kısmı da Hz. AITyi tercih ediyordu. Aralarında büyük bir kargaşanın çıkma ihtimali belirdiği bir sırada bu tehlike Ebû Bekr´in müdahalesiyle zail oldu.

«Resûiüllahın, şevkini tavsiye ettiği Üsâme ordusunun düşmana karşı gönderilmesi konusundaki tereddüt de zuhur eden ihtilâflardan biri oluyordu. Ashabın çoğu bundan vazgeçilmesinin uygun olacağı görüşünü izhâr ediyordu. Halîfe Ebû Be­kir ise «Medîne şehri canavarların barınağı haline gelse bile Rasûlüllahın karar verdiği bir işi bozamam ve onun emrine muhalefet edemem!» Diyerek orduyu şevketti. Onun bu hareketinin isabetli olduğu sonradan anlaşıldı. Yine ashâb-ı ki­ramın, vergilerini vermekten imtina´ eden mürtedlerle savaşmak konusundaki tu­tumları o zamanlar beliren önemli hâdiseler cümlesindendi. Ashabın tamamının görüşü, halifenin, mürtedlere bu yıl için vergiler konusunda müsamaha göster­mesi ve isteklerine uygun oiarak onlarla barış akdetmesi noktasında birleşiyordu. Buna mukabil halife, «Daha önce Rasûlüllaha ödedikleri bir yıllık hayvan vergisin­den bile imtina ederlerse onlarla kılınç muharebesine girişirim!» diyerek mürtedle­re savaş açmaya karar verdi. Kendisine «Ashabın büyük çoğunluğu senin gibi düşünmezken sen kimin yardımıyla savaşacaksın » diye sorulunca kızı Aişe ile Es-mâ´ya işaret ederek «Şu iki kızımla!» tarzındaki meşhur cevabını verdi» (el-Kİföye, Laleü nüshası varak 49a-b, Aşir Efendi nüshası, varak 82a.)

[75] Osman b. Affân b. EbTI-Âs b. Umeyye; Kureyş´ten, emîru´l-mu´minîn, zü´nnûreyn; huiefâ-i râşidînin üçüncüsudür. 35 h. /656 m. yılında. Medîne´de, Kurban bayramı sabahı evinde Kur´ân okurken şehîd edilmiştir (el-İsâbe, nu. 5450; el-A´lâm 4/371).

[76] Sahîh-i Buhârî, 8/126, el-Ahkâm/51; Sahîh-i Müslim, hadîs nu. 1823, el İmöre/2;TaberîTarthi, 2/167 vd. el-İmâme. ve´s-siyâse. s. 18-20; es-Savâıku´i-muhrıka, s. 88

[77] Abdurrahmân b. Avf b. Abdi Ayf b. Abdülhâris, Ebû Muhammed; Kureyş´in Züh-re oğulları kolundan; ashabın büyüklerinden ve cennetle müjdelenen on kişiden birli; İlk müslümanlardandır. 32 h. /652 m. yılında vefat etmiştir (el-İsâbe, nu. 5181 :eI-AlÛm,4/95).

[78] Talha b. Ubeydullah b. Osman et-Teymî, Ebû Muhammed; Kureyş´ü bir sahâbîdir. Cesurdu, cömertlerden ve cennetle müjdelenenlerden biriydi. 36 h/656 m. yılın­da Cemel vak´astnda öldürülmüştür (el-A´lâm, 3/331).

[79] Zübeyr b. el-Avvâm b. Hüveylid el-Esedî, Ebû Abdillah; Kureyş´ü sahâbî, aşere-İ mübeşşereden; 36h./656 m. yılında, Cemel vak´asında hile ile öldürülmüştür (el-İsâbe. nu. 2789; el-A´lâm, 3/74).

[80] Sa´d b. Ebî Vakkaas Mâlik b. Üheyb b. Abdi Menâf, Ebû İshâk; Kureyş´in Zühre oğulları koluna mensûb sahâbî, Aşere-i mübeşşereden; 55 h./ 675 m. yılında ve­fat etmiştir (el-İsöbe, nu. 3194).

[81] bk. el-İmâme ve´s-sîyâse, s. 27 vd; Taberi Tarihi, 3/399 vd. es-Savâıku´l-muhnka, s. 112-115.

[82] el-İmâme ve´s-siyâse, s. 46 vd.Taberî Tarihi, 3/450 vd. el-KâmlI 3/98 vd.

[83] Sahîh olarak rivayet edildiQine göre Hz. Âişe, Cemel harbine çıkışına sonradan pişman olmuş, hatta başörtüsünü ıslatacak kadar onun için ağlamıştır. Yine riva­yet olundu ki Hz. Talha Cemel vak´asında son nefeslerini yaşarken Hz. Alî´nin or­dusundan bir gence elini uzatmış ve «Elini uzat da Emîru´l-mu´minin (Hz. AID adına sana bey´at edeyim!» demiş. Talha, bu işi. âdil bir zâtın hilâfetine bey´at etmiş olarak ölmek için yapmıştır. Bazı âlimlerimiz Hz. AİTnİn hilâfetine ashabın ittifak et­tiğini bile iddia etmiştir. Çünkü oniar, hilâfetin Alî ve Osman´dan ibaret iki zattan birine ait olacağı noktasında ittifak etmişlerdi. Bunlardan Hz. Osman Şehâdet şerbetini içerek aradan çıkınca Hz. AİTnin hilâfetine icma´ hâsıl omuştur» (el-Kifâye, varak 52b.) bk. TaberîTarihi,3/548; el-Kâmil, 3/132.

[84] Sünen-i Ebî Dâvûd, 2/515, es-Sünen/8; Sünen-i Tirmizî, hadîs nu. 2226.

[85] Allah elçisi Muhammed (s.a.) İn kızı Falıma, dedesi Abdullah, onun da babası Abdûlmuttalib, Kureyş´in Hâşimî kolundan. Annesi Hüveylid kızı Hadîce´dir. Alîb. EbîTâlib ile evlenmiş, ondan Hasan, Hüseyin, Ümm-i Külsüm ve Zeyneb adında dört çocuğu olmuştur. 11 h, /632 m. yılında rahmet-i Rahmana kavuşmuştur (el-İsâbe, nu. 830; el-A´iâm, 5/329).

[86] Sünen-i Tirmizî. 12/244

[87] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 120-123.





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)